size de oluyor mu?

7 kişi hayrettin

bana son zamanlarda çok fazla oluyor. ne oluyor diyeceksiniz şimdi. valla ben de bilmiyorum. o olan neyse, artık çok oluyor.

bak şimdi de aynısı oldu. siz fark etmediniz. çünkü, yine bir dolu cümle yazıp sildim. olan bu aslında. bu zamana kadar yazı yazmak güzel bir saklanma biçimiyken, şimdi ziyadesiyle ortaya çıkmama sebep oluyor. siliyorum ben de.

şimdi saklanma biçimi falan deyince denyo ergen muhabbeti gibi oldu. aslında tam öyle değil. bu yazıları yazan da benim. ama bunlar sayısı tam bilinmeyen benlerden sadece birkaçının yazdıkları. ve takdir edersiniz ki hepimiz, internet denen bu şizofren sığınağında, benliklerimizin sadece bir kısmını sunuyoruz insanlara. ben de öyle yapıyorum işte nedir yani.

- iyi de neden bu sıra saklamam gerekenler çıkıyor ortaya?
- havalardandır.
- eyvallah.

şeyi düşündünüz mü hiç? modern insanın yalnızlığında, son derece çağdaş, üstün teknolojiyle bezenmiş spor salonlarının rolünü? ben düşündüm. bu koşu bantlarının yalnızlığımızda büyük payı var bence. çünkü kavuşmak yok sonunda. nasıl koşacağına karar veren bir makinaya emanet etmişsin kendini, aynadaki aksini izleye izleye koşuyorsun. bir yere ulaşmak yok. aynı yerdesin. koşmanın doğasına aykırı halbuki bu. ama ferhat mesela, dağı delip kavuşmuş şirin'e. sen olduğun yerde say hala. götünden ter akıta akıta debelen, sonra da hiçbir şeye halin kalmasın. hani o yan tarafta süzdüğün manita? halin var mı ona dokunmaya? saçma! düşündüğüm saçma yani.

"seni iyi gördüm" bir ölüye söylenebilir mi? söylenebilir belki ama söylenmese daha iyi. insan kendiyle en çok çelişen canlı lan. "insan doğduğu andan itibaren ölmeye başlar" diyen yazara helal olsun deyip alkışlar. sonra sözlüğe yaşamayı ölümün zıttı olarak yazar.

böyle bir on gündür falan bir dolu insanı rahatsız ettim. işi gücü bırakıp benimle uğraştı insanlar. insan sevinse mi, üzülse mi bilemiyor. sadece utanıyorsun. çünkü bencilliğini fark ediyorsun. insanlar sanki kendi dertleri bitmiş gibi enerjilerini sana harcıyorlar. garip bir rezillik hali. ama en azından şunu anlıyorsun; kafan attığında kaçıp gidecek bir yer ve orada seninle ilgilenecek insanlar olması çok güzel. gerçi onlar için de öyle mi bilemiyorum. onlar, "biz sevindik; senin 'insan' olduğunu görmek güzel" dediler ama... demek ben önceden hayvanmışım. hayvan halim daha güzel bence.

bu nasıl bir yazı oluyor lan?! yahu gittik geldik, dedik acaba bizim manyaklar neler yazmış bakalım bi, ama orda da müslüm coşmuş. wereyda eşzamanlı hüzünlenmelerden bahsetmiş. e demek ki gerçekten havadan oluyor lan bu!

bugün şirkete bir uyarı yazısı geldi. yıllardır beraber iş yaptığım bir abimin ekonomik olarak iyi değilmiş durumu. şirketinin hesaplarına tedbir konmuş, ödeme yapmayın falan diye uyarmış bizi devletimiz sağolsun. sevgili genel müdürüm de, aç konuş biz bu adama ödeme yapmıyoruz gibi bir şeyler dedi. ben bu adamla yıllardır iş yapıyorum. çocukluğumu bilir. bundan yıllar önce orospu çocuğunun teki silahını çekip üç el sıktığında aslan gibi duruyordu yanımda. akabinde ilk yumruğu da o vurmuştu o piçe. arayamadım ben de. ne denir ki adama? ne denir arkadaş bilmiyorum ben.

ben geçen hafta biraz bazen yüzdüm. yüzdüm dediysem... işte böyle daldım suya, nefesim tükenene kadar durdum. karadan gelen sesler gitti. güzel bir ortam. kafamı her çıkardığımda baktım, ne çok insan yüzüyor. hepsi de kafasını muhakkak gömüyor suya. bazıları borular almış ağzına, daha çok durmak için suyun altında. ben yapmadım öyle. hep kendim başıma kalayım dedim suda. baktım ne kadar çok insan yüzüyor, şuna karar verdim. bu yüzmeler insanın atalarına sitemi. evrime isyan bu. bence evrim varabileceği en üst noktada. şimdi geriye evrilmek (devrilmek?) istiyoruz hepimiz. çünkü karada huzur yok. insanoğlu pişman. karada gürültü var. bazıları birbirlerinin bacaklarının arasından geçip ekiri kikiri diye gülüyor, onlar hariç. onlar karada kalabilir. ama bu böyle.

ya bu saatler kötü işte. gerçekten kötü. birilerinin beni çok sağlam dövmesi lazım. bir de şu playlisti değiştirirlerse süper olur. bunlar çok etkili çünkü bu durumumda. ama müzeyyen de fena söylüyor be kardeşim, insanın eli varmıyor değiştirmeye.

bazen hepimiz çok sıkıcı insanlar olabiliriz, ben de o bazenlerden birini yaşıyorum, o sebepten affola.
Read On

otopsi

8 kişi hayrettin

-baldıran otu mu o? kaynat da içelim.

uydur bir yalan inanalım dayıoğlu; güzelinden olsun. güneşe tahammülümüz yok madem, uyuyalım. ya da kan içinde bırakıp akşamüstü denizin üzerinde güneşi, rakıya sığınalım.

-tutun kollarımdan düş(l)erim şimdi.

içimde sesler var dayıoğlu, metalik ve keskin. anlat ki duymayayım. poyraz çıksın, kulaklarımda uğuldasın ki duymayayım. içimdeki sesler içimi deşiyor; yalanlarla, dalgalarla birlik ol gürültü yap dayıoğlu. anlat dayıoğlu unutalım.

-üşüyorsun hırkamı al melâmi.

zırh bir kez çıktı mı giyilmiyor geri dayıoğlu. duvar örelim. pencere nemize gerek?

-yanlış yaşayıp doğru ölelim ne var?

demokrasi kadar büyük yalanlar uydur dayıoğlu. mezeden de al, hiç bi şey yemedin? seçip seçip birilerini, ne de güzel yanılalım.

-ilk başta soğuk ama yaşadıkça alışıyorsun.

intiharımıza hayat süsü verelim dayıoğlu; ağlamamıza kahkaha. rakıya buz istemez. büyük hissediyorum dayıoğlu, yaş üzüm olanından. biraz daha topik? yanlış hayat araf'tan döner.

-bu mavi deniz mi renk?

"denize açıldı içimizden biri niçin gittiğini söylemeden". alnımı çizen dizeler asaf'tan çıkar.

-"al kalemi derdimi yaz"

yazıya saklanalım dayıoğlu. sıcak yine neyse de, nem fena asıl. nem kaldı?

bir türkü tut, bir dilek söyle dayıoğlu, bin muma üfle. bir nefes, bir umut ver dayıoğlu, bir sebep söyle. yaşayalım.

yalanlar söyle dayıoğlu. ki katlanalım. her yanımız kat izi.

geç oldu, iç de kalkalım.

-ziyade olsun tanrım, elhamdülillah.
Read On

bazı şeyler

17 kişi hayrettin

bazı şeyleri açıklığa kavuşturalım bence. bir kere oldum olası ne ben insanları anladım, ne de onlar beni. bunu bir kenara not edelim; bu önemli. en başlarda, yani ben çocukken, bunun sebebi tamamen benim semeliğimdi. çocuk dediğin gerizekalı bir varlık neticede. hepimiz gerizekalıydık. büyüyünce de çok zeki oldum ben, ondan şeyoldu. frekanslarımız tutmuyo yææ, ben çok yüksek bi frekanstan yayın yapıyorum çünkü. neyse dur konu dağılmasın.

ben çocukken bir "fame city" gerçeği vardı. bunu kabul etmeliyiz. kabul edin bunu. fame city bizim yaşam biçimimizi kökten değiştirdi. bak bunu kabul edin, babam gibi inkar yolunu seçmezseniz sevinirim. çünkü babam, fame city olgusunu hep inkar etti. böyle çeşitli uzak doğu tekniklerini kullandı bu inkar için. siz öyle yapmayın. fame city okula devamlılığımızı, harçlıklarımızı değerlendirme biçimlerimizi ve hatta, beslenme alışkanlıklarımızı bile etkiledi. dışarıda bir şey yememiz gerekiyorsa, en ucuzunu yememiz gerekiyordu. böylece daha çok jeton, daha çok jeton, daha çok jeton lsdfjlskfjskldfs. para lazımdı olm anlasanaza yææ. biz de ona göre davrandık. mekdomaltsta hamburger yemektense, istasyon caddesindeki büfelerde gördük işimizi. her kuruş altın değerindeydi la!

işte dolaylı yoldan da olsa fame city, benim o adamla tanışmama vesile oldu! o adam sldkfjsdkjfs. ya kokoreççi la! hemen de gizem şeyapmayın. ama normal bi kokoreççi değil. "sihirbaz kokoreççi". biz yine böyle ucuz yollu yemek araştırırken bir gün, burnumuzu gıdıklayan kokuya doğru ilerledik. kokunun kaynağında bir kokoreç tezgahı ve başında da o adam vardı. o adam önünde sıra olmuş insanlara çeşitli gösteriler yapıyordu o sıra. elindeki süngeri kaybediyo filan. işte onu anlamamıştım misal. "niye yapıyo ki la bu herif bu şekil hareketleri? neden sadece işini yapmıyor?" demiştim arkadaşıma. o da "negzel la işte, ço acaip!" diye karşılık vermişti. yine anlaşamamıştım insanlarla. "abi kokoreç yanıyo :(" dediğimde, sanırım o adam gösterisinin en can alıcı yerinde olduğunu düşündüğünden, zira tezgahı silmek için kullandığı yağlı süngeri sıkıştırdığı avucunun üzerinde diğer elini gezdirerek büyü yapıyordu, ters ters baktı bana. yanık bir kokoreç yedim ben o gün ve canım sıkıldı. arkadaşlarım ise mutluydu. herkes mutluydu. genelde böyleydi zaten, ben onların neden mutlu olduklarını anlamamıştım; onlar da benim neden sıkıldığımı anlamamışlardı. o gün, fame city kariyerimdeki ilk ve tek mini golf oynadığım gündü. çünkü o adamı ve genel olarak her şeyi düşünmek istemiştim. golf bu iş için birebirdi.

(arada yemek yedim, bi takım hareketlenmeler içinde bulundum falan, ne anlattığımı da unuttum. ne diyodum la ben? ne bu zırvalar amına koyim? neyse devam edelim bari)

yıllar sonra birgün (beni anarsaaan kulakların değil kalbin sızlasıııın) arkadaşlarla nevizade'de rakı içiyoruz. o gün de şey var, yeni rakı şenlikleri. işte nevizade'de masaların arasından, pantolonu götünden düşen oğlanlarla, kapkara saçlı, kapkara makyajlı kızlar yerine, beyaz şapkaları kırmızı gömlekleriyle, önlerinde gerdan kıra kıra giden dansöze müzik yapan fininigiller falan geçiyor. güzel bir akşam yani. mezemiz, salatamız, rakımız her şeyimiz tamam. e dansöze de kim hayır der ki? demez bence. demedik de zaten. oynadıkça coştuk. coştukça memelerine para sıkıştırdık. biz memelere para sıkıştırdıkça dansöz coştu. güzel bir sinerji yakaladık. yakalamıştık ki...

nevizade'de o adam belirdi. bu kez renkli saten bir gömlek vardı üzerinde ve mutfak önlüğü yoktu. avucunda bir şeyleri yok ede ede bize doğru yaklaştı. tam yanımızdaki masanın önünde yine mendilleri yok etmeye, bazı şeyleri koparıp/yırtıp sanki hiç koparılmamışlar/yırtılmamışlar gibi eski haline getirmeye başladı. ben, daha yeni doldurulmuş kadehimi tek yudumda bitirdim. tekrar golfe başlamak istemiyordum. golf bana göre bir spor değildi. sopayla bir topa vurup, sonra minik bir arabayla o topun peşinden ordan oraya sürüklenmek fikri delirtiyordu beni. "abi bize iki yarım kokoreç yok etsene, acılı olsun" dedim. o adam beni duymamazlıktan gelirken, masadaki arkadaşlarım ise yine beni anlamıyorlardı. ben de onları anlamıyordum elbette. o adam burnumuzun dibindeyken hala nasıl o ağacın altını şimdi anıyorlardı? ben bu kez, "e abi sen tezgahı da komple yok etmişsin?" deyip kahkaha attım. bu kez beni duymamazlıktan gelemedi. yine gösterisinin en can alıcı yerinde olduğunu düşünmüş olmalı ki ters ters baktı bana. az önce ortadan ikiye böldüğü ipin parçalarını birbirine düğümlemiş, gösteri yaptığı masadaki şişman ingiliz kadını düğümün olduğu yere doğru üfletiyordu o esnada. ben ise ikinci fondipi yapmış, "benim yarımın içini yok edersen makbule geçer, ekmek içi kilo yapıyo" deyip kahkahalarımın dozunu ve haliyle, arkadaşlarımın da şaşkınlığını artırıyordum. o gün arkadaşlarım beni yine anlamadı. o adam bizim masaya yüz vermeden devam etti. yeni rakı yetkilileri, sanırım ağzımla içtiğim için bana diploma verdi. babam o diplomayı da inkar etti. bu kez uzakdoğu teknikleri yoktu. onun yerine tamamen yakın doğudan teknikler kullanıp kafa sikti. yine kimse kimseyi anlamadı diye düşünürken sızdım.

size sürekli yalanlar söylemek istiyorum.
Read On