bazı şeyler

bazı şeyleri açıklığa kavuşturalım bence. bir kere oldum olası ne ben insanları anladım, ne de onlar beni. bunu bir kenara not edelim; bu önemli. en başlarda, yani ben çocukken, bunun sebebi tamamen benim semeliğimdi. çocuk dediğin gerizekalı bir varlık neticede. hepimiz gerizekalıydık. büyüyünce de çok zeki oldum ben, ondan şeyoldu. frekanslarımız tutmuyo yææ, ben çok yüksek bi frekanstan yayın yapıyorum çünkü. neyse dur konu dağılmasın.

ben çocukken bir "fame city" gerçeği vardı. bunu kabul etmeliyiz. kabul edin bunu. fame city bizim yaşam biçimimizi kökten değiştirdi. bak bunu kabul edin, babam gibi inkar yolunu seçmezseniz sevinirim. çünkü babam, fame city olgusunu hep inkar etti. böyle çeşitli uzak doğu tekniklerini kullandı bu inkar için. siz öyle yapmayın. fame city okula devamlılığımızı, harçlıklarımızı değerlendirme biçimlerimizi ve hatta, beslenme alışkanlıklarımızı bile etkiledi. dışarıda bir şey yememiz gerekiyorsa, en ucuzunu yememiz gerekiyordu. böylece daha çok jeton, daha çok jeton, daha çok jeton lsdfjlskfjskldfs. para lazımdı olm anlasanaza yææ. biz de ona göre davrandık. mekdomaltsta hamburger yemektense, istasyon caddesindeki büfelerde gördük işimizi. her kuruş altın değerindeydi la!

işte dolaylı yoldan da olsa fame city, benim o adamla tanışmama vesile oldu! o adam sldkfjsdkjfs. ya kokoreççi la! hemen de gizem şeyapmayın. ama normal bi kokoreççi değil. "sihirbaz kokoreççi". biz yine böyle ucuz yollu yemek araştırırken bir gün, burnumuzu gıdıklayan kokuya doğru ilerledik. kokunun kaynağında bir kokoreç tezgahı ve başında da o adam vardı. o adam önünde sıra olmuş insanlara çeşitli gösteriler yapıyordu o sıra. elindeki süngeri kaybediyo filan. işte onu anlamamıştım misal. "niye yapıyo ki la bu herif bu şekil hareketleri? neden sadece işini yapmıyor?" demiştim arkadaşıma. o da "negzel la işte, ço acaip!" diye karşılık vermişti. yine anlaşamamıştım insanlarla. "abi kokoreç yanıyo :(" dediğimde, sanırım o adam gösterisinin en can alıcı yerinde olduğunu düşündüğünden, zira tezgahı silmek için kullandığı yağlı süngeri sıkıştırdığı avucunun üzerinde diğer elini gezdirerek büyü yapıyordu, ters ters baktı bana. yanık bir kokoreç yedim ben o gün ve canım sıkıldı. arkadaşlarım ise mutluydu. herkes mutluydu. genelde böyleydi zaten, ben onların neden mutlu olduklarını anlamamıştım; onlar da benim neden sıkıldığımı anlamamışlardı. o gün, fame city kariyerimdeki ilk ve tek mini golf oynadığım gündü. çünkü o adamı ve genel olarak her şeyi düşünmek istemiştim. golf bu iş için birebirdi.

(arada yemek yedim, bi takım hareketlenmeler içinde bulundum falan, ne anlattığımı da unuttum. ne diyodum la ben? ne bu zırvalar amına koyim? neyse devam edelim bari)

yıllar sonra birgün (beni anarsaaan kulakların değil kalbin sızlasıııın) arkadaşlarla nevizade'de rakı içiyoruz. o gün de şey var, yeni rakı şenlikleri. işte nevizade'de masaların arasından, pantolonu götünden düşen oğlanlarla, kapkara saçlı, kapkara makyajlı kızlar yerine, beyaz şapkaları kırmızı gömlekleriyle, önlerinde gerdan kıra kıra giden dansöze müzik yapan fininigiller falan geçiyor. güzel bir akşam yani. mezemiz, salatamız, rakımız her şeyimiz tamam. e dansöze de kim hayır der ki? demez bence. demedik de zaten. oynadıkça coştuk. coştukça memelerine para sıkıştırdık. biz memelere para sıkıştırdıkça dansöz coştu. güzel bir sinerji yakaladık. yakalamıştık ki...

nevizade'de o adam belirdi. bu kez renkli saten bir gömlek vardı üzerinde ve mutfak önlüğü yoktu. avucunda bir şeyleri yok ede ede bize doğru yaklaştı. tam yanımızdaki masanın önünde yine mendilleri yok etmeye, bazı şeyleri koparıp/yırtıp sanki hiç koparılmamışlar/yırtılmamışlar gibi eski haline getirmeye başladı. ben, daha yeni doldurulmuş kadehimi tek yudumda bitirdim. tekrar golfe başlamak istemiyordum. golf bana göre bir spor değildi. sopayla bir topa vurup, sonra minik bir arabayla o topun peşinden ordan oraya sürüklenmek fikri delirtiyordu beni. "abi bize iki yarım kokoreç yok etsene, acılı olsun" dedim. o adam beni duymamazlıktan gelirken, masadaki arkadaşlarım ise yine beni anlamıyorlardı. ben de onları anlamıyordum elbette. o adam burnumuzun dibindeyken hala nasıl o ağacın altını şimdi anıyorlardı? ben bu kez, "e abi sen tezgahı da komple yok etmişsin?" deyip kahkaha attım. bu kez beni duymamazlıktan gelemedi. yine gösterisinin en can alıcı yerinde olduğunu düşünmüş olmalı ki ters ters baktı bana. az önce ortadan ikiye böldüğü ipin parçalarını birbirine düğümlemiş, gösteri yaptığı masadaki şişman ingiliz kadını düğümün olduğu yere doğru üfletiyordu o esnada. ben ise ikinci fondipi yapmış, "benim yarımın içini yok edersen makbule geçer, ekmek içi kilo yapıyo" deyip kahkahalarımın dozunu ve haliyle, arkadaşlarımın da şaşkınlığını artırıyordum. o gün arkadaşlarım beni yine anlamadı. o adam bizim masaya yüz vermeden devam etti. yeni rakı yetkilileri, sanırım ağzımla içtiğim için bana diploma verdi. babam o diplomayı da inkar etti. bu kez uzakdoğu teknikleri yoktu. onun yerine tamamen yakın doğudan teknikler kullanıp kafa sikti. yine kimse kimseyi anlamadı diye düşünürken sızdım.

size sürekli yalanlar söylemek istiyorum.

17 kişi hayrettin: