otopsi #2

"kim dövdü benim kızımı? nerde o kızımı döven kurik?"

öncelikle kurik, elazığ civarlarında sıpa demek. sonralıkla, seri halde sorular soran ise amcam. haliyle dayak yiyen kızı da kuzenim. tahmin edeceğiniz üzere, o kurik benim. ve çok uzakta da değilim aslında. ben onu görmüyorum ama, ellerim yüzümde, yüzükoyun yattığım divanın karşısındaki divanda oturduğunu biliyorum. elbette beni gördüğünden de haberim var. devekuşu değilim. o kadar kafam çalışıyor.

seneyi, haliyle de yaşımı tam bilmiyorum. üçle beş arasında bir dönem olduğunu biliyorum sadece. elazığ'dayız. amcamlarda yaşı yaşıma denk, it gibi dalaşabileceğimiz bir erkek çocuk mevcut olmadığından, elimdekiyle yetinip, amcamın kızını itip kakıyorum. kötü bir niyetim yok aslında. ellerimle koltuktan destek alıp savurduğum, kendi çapında döner tekmeyi dahi, ona zarar vermek için atmıyorum. hatta şimdi, olayın üzerinden neredeyse otuz sene geçtiği halde, o burnu kanatan kudretteki o tekme, benim yeteneğimle mi o burunla buluştu; yoksa amcamın kızı, ibrahim toraman ya da forma aşkıyla yanan herhangi bir topçu gibi, tekmeye kafa mı uzattı emin değilim. zira tekme burunla temas ettiği sırada, benim arkam dönüktü. detayların pek önemi de yok gerçi. sonuçta o tekme, o burunla buluştu ve o burun kanadı. akabinde kuzenim ağladı; yengemin tüm telkinlerine rağmen, annem beni kınadı. suçluluk ve pişmanlıkla dolu o ızdırap yüklü saatler, annemin beni, "amcan gelsin bak noluyo?!" diyerek tehdit etmesiyle geçti. akşam oldu. kapı çaldı. uzaklardan bir yerlerden amcamın sesi geldi. ben gammazlandım. o an gördüğüm tek müsait olan yere, divanın üstüne yüzükoyun uzandım. ellerim yüzümde.

"kim dövdü benim kızımı? nerde o kızımı döven kurik?"

gözlerim, yüzüm, kulaklarım alev parçası. bunların hepsinin bir oyun olduğunu biliyorum. gözlerim çok acıyor. amcamın, annemin ya da yengemin bana bir fiske bile vurmayacağından; çocuk olduğum için bu kadar tolere edilebildiğimden haberim var. hıçkırıklarımın duyulmaması için sürekli yutkunuyorum. amcam beni çok seviyor. hıçkırıklarımı yutmaktan boğazım, burnumu çekmekten başım ağrıyor. amcam beni o kadar seviyor ki, henüz kundakta olan oğlunu severken hep, "bak kaba aynı sana benziyor, benim oğlum da büyüyünce kaba abisi gibi yakışıklı olacak" diyor. yüzümde ter, gözyaşı ve sümüklerim birbirine karışıyor; divanın yüzümle kaplı kısmı sırılsıklam. babam neden istanbul'da? o beni bu çıkmazdan kurtarırdı! yengem amcama kızıyor; "senin kızın da şımarmasaydı aaa?!" diye bağırıyor. sesler gittikçe uzaklaşıyor. ÇOK UTANIYORUM!!!

freud olsa ne derdi?

hatırladığım en eski ağlayarak uykuya dalışım o gün gerçekleşti. ben o gün, o tekmeyi savururken meydana gelebilecek kazayı hesaplayamadığım için, benim yüzümden birinin canı yandığı için ve en önemlisi, beni seven insanları hayal kırıklığına uğrattığım için çok çok utandım. ben o gün, hiçbir özür kabahatimin izlerini silemeyeceği için çaresizlikten çok ağladım. ben o gün, amcamın yüzüne bir daha bakmak zorunda kalmayayım diye, allah beni hemen alsın, yok etsin diye çok dua ettim.

"beni ne bitirdi biliyor musun? böyle olacağını tahmin edemedim." diyordu eric cantona'ya, hayatı boka batmış kahraman, looking for eric'te. hayatını ziyan eden, sevdiklerinin ona ihtiyacı olduğu anda, o ihtiyacı karşılayacak güce sahip olmayan herkes gibi utanıyordu. ama sinema sanatının, izleyenlere hep kazanabilirsiniz, çaresizseniz çare sizsiniz zırvasını aşılaması gerektiğine inanan güçler, elbette kahramanımıza da sihirli değneklerini değdirip, bizi mutlu sonun şefkatli kollarına bırakıyordu filmin finalinde.

peki ya gerçek?

olmuyor. insan üçünde, yedisinde, üçün beşin hesabını mı yapıcaz yahu, insan ayağa kalktığında neyse, tabuta girdiğinde de aynı. çaresizseniz çare siz değilsiniz aslında. ben o gün çok utandım. basiretsizliğimden, gerizekalılığımdan, bir boku beceremeyişimden dolayı utandım. otuz sene geçti. hala hep bu sebeplerden utanıyorum. sadece artık yüzümü ellerimle örtmüyorum karşılarında insanların. yüzümü örtmek için, yine yüzümü kullanıyorum. yüzsüzlüğümü.

haydi freud sen söyle
ratatatam ratatatam
durma freud sen söyle
ææşkımı sevgiliyeee
derdimi sevgiliyeee

elimle yüzümü kapatmama gerek yok artık. bir kapı var, kapatıyorum. kimse görmüyor o zaman beni.

sahi, freud diye bir şey var mı?

yüzümün bir tarafında, diğerine göre daha çok çizgi var. çünkü gülerken dudağımın hep aynı tarafı batıyor yanağıma -bruce willis gülüşü-. yüzümün bir tarafı diğerine göre daha kırışık. çünkü ben çok gülüyorum.

kuzenimin burnundaki hafif yamukluğun sebebi benim tekmem değil; biliyorum artık. aynaya baktım çünkü. benim de burnum yamuk. ırsi.

divana uzanıp, hıçkırıklarımı yutmama, bu yüzden boğazımın ağrımasına gerek yok artık. kendi yatağım var. kendi evimdeyim. ışığı kapatıyorum.

3 kişi hayrettin: