Şair Eğlenmesi (İlk Realist Absürd Roman)

yıllar evvel, aşk acısıyla yeni tanışmış her toy delikanlı gibi, odama kapanmış intikam için şiirlerden silah yaparken girmişti dayım odama. kendisinin kapı çalmak gibi bir huyu olmadığından, hazırlıksız yakalanmış ve cephanelerimi, özellikle de onun kitaplığından arakladığım "ben sana mecburum" kitabını, saklamaya vaktim olmamıştı. sırıtarak oturdu yatağımın karşısındaki sandalyeye, ben hiçbir şey olmamış gibi cephanelerimi arkama iteleyip yatakta dikelmişken.

vakti zamanında, dedemin öngörüsü mü, öngörüsüzlüğünden mi kaynaklı olduğu meçhul, istanbul'un siyasi sınırlarına dahil fakat istanbul'a oldukça uzak bölgede bina edilmiş beş katlı bu apartmanda, bizden başka kimse olmadığından kapılar kapanmazdı. herkes birbirinin evine, herhangi bir odaya girer gibi girip çıkardı. özellikle de dayım. en üst kattaki dairesine (onun deyimiyle kartal yuvası) ablalarını ziyaret etmeden çıkmazdı. üç kızdan sonra kavuşulmuş, şımarık erkek çocuğu işte.

"aşk meşk işleri mi keranacı?" dedi. onun diline düşeceğime, bok çukuruna düşmeye razı olduğumdan, "ne aşkı yaa!" diyerek nafile bir inkara giriştim. "hey koçum benim be aynı dayısı! boşuna dememişler oğlan dayıya diye ama o kılkuyruk abisi değil, benim yakışıklı çapkın yeğenim bana benzeyecek elbette!" diyerek, aniden alıverdi arkama gizlediğim, yıllar sonra bir dizide şöminede yandığını görerek bu satırları yazmama vesile olacak kitabı.

dayıma göre kendisi iflah olmaz bir çapkındı ve kadınlarla arası son derece iyiydi. karısı hariç. her evli erkek gibi. o gün buna ek olarak, beni de aldırmıştı yanına. artık ben de kadınların yüreklerine kor alevler düşüren yakışıklı ve çapkın bir adamdım. hoşuma da gitmişti hani. ama özel hayatımın didiklenmesi, dayımın ve onun vasıtasıyla tüm ailenin diline sakız olma ihtimalim, bu sevinci yaşamama izin vermiyordu.

"oo hem de atilla ilhan'la vuruyorsun demek kızları kalbinden" deyince, o kıt aklım ve bilgimle, üste çıkmak için yakaladığım bu fırsatın üstüne atladım hemen, "atilla diil, attila bi kere o!"

"hassiktir ordan, çok biliyosun sen!" deyip başladı anlatmaya.


dedemin, üç kızdan sonra gelen tek erkek çocuğu olduğundan, herkesten esirgediği hoşgörünün tamamını üstüne boca ettiği, bu sebepten başına buyruk yaşayan genç bir adamdı dayım. herhangi bir işte dikiş tutturmaya çabalamak yerine, çok özendiği bohem hayatın peşinde koşuyordu bu yüzden. her ne kadar, dergilere yolladığı şiirler bırak kabul görmeyi, bir yerden sonra zarfları bile açılmadan iade edilse de (çakırkeyif olduğu akşamlarda okuyarak bize de eziyet etmişliği çoktur o şiirlerle), insan ilişkilerindeki başarısı sayesinde, birçok yazar ve şairle arkadaştı. onların takıldığı meyhanelerde takılır, onlarla ahbaplık ederdi. dedemin, durulsun, bir düzene girsin diye zorla evlendirmesi bile vazgeçirememişti bu sevdadan.

iddianın konusu hakkında rivayet muhtelif olsa da, cemal süreya'nın iddia sonucu soyadındaki y harfini kaybetmesi, dönemin şairleri arasında yeni bir eğlence modası başlatır. isimlerindeki harfleri, yazdıkları dizeleri, iddialara, hatta kumar masalarına bırakmaya başlamışlardır.

bu çılgınlığın çığrından çıktığı bir akşam, atilla ilhan kumarda turgut uyar'ın ismindeki t harflerinden birini üter. uyar buna çok bozulur. kahvedeki diğer şairler uyar'ın üzerine gittikçe iş içinden çıkılmaz bir hal alır. kimi takasla ismini burgu tuyar yapmak ister, kimi vurgit uyar. kötü şakalarla sinirleri daha da bozulan uyar'ı, ortamın başarısız şairi dayım kurtaracaktır. ama bir şartla.

uyar'a gidip, "bizim hanımın ismindeki t harfini sana vereyim istersen" der. uyar bu teklifin üzerine balıklama atlar. yalnız dayımın karşılığında bir isteği vardır, "bana bir dize vereceksin" der. uyar hiç düşünmeden bir kağıt kalem alıp bir dize yazıverir. dayım hayatında ilk defa cebinde gerçek bir dize taşımanın keyfiyle, yengeme yapacağı tatsız şakayı tamamına erdirmek için attilla ilhan'ın yanına gider. niyeti, attilla ilhan'ın ismindeki l harflerinden birini almaktır. divan pastanesinde bir hafta boyunca ısmarlanacak kahvaltı karşılığında, l harflerinden birini alır. böylece, o zamanlar pek de fit olmayan yengemin ismi filnat olur.


o hikayeyi anlatıp, beni şiir kitabıyla başbaşa bırakıp çıktığında anlamıştım. küçükken her haftasonu, bana tostla ayran alıp, gökyüzünü seyre daldığı o vapurlarla gittiğimiz heybeliada sanatoryumundaki kadın, bu yüzden bir deri, bir kemik kalmıştı. fitnat yengem tatsız bir şakanın kurbanıydı.

ölmeden bir gün önce, hasta yatağında avucuma sıkıştırdığı o eski kağıt parçasını açıp üstünde yazanı okuduğumda anlamıştım. o vapurlarda ve akşamları evinin terasında içerken, neden hep gökyüzüne baktığını.

dayım haklıydı. ona benzedim sonunda. hikayeci olmasına rağmen, üşendiğinden daha kısa diye şiir yazan bir adamın, roman diye başlayıp, üşengeçliğinden bir sayfalık hikaye yazan yeğeni.

dayım haklıydı, abim değil ben benzedim ona. yoksa abim evde annesi, teyzeleri ve fitnat yengesiyle meyve yiyip televizyon izlerken, bu mezarın başucunu kazmaya çalışır mıydım, içinde yatan gökyüzüne bakabilsin diye?